Duygu, düşünce ve fikir hayatında siyah ve beyazın hakim olduğu, gri tonların bulunmadığı toplumlarda bölünme, parçalanma, ötekileştirme kaçınılmaz olur.
Siyasi yelpazenin farklı dilimlerinde yer alan gurupları bir araya getirmek, ortak noktalar bulmak, oturup konuşulacak alanlar oluşturmak mümkün olmaz.
Toplum, birbirinden kuşku duyan; komşusundan emin olamayan; sürekli tedirginlik yaşayan; tabir caizse istim üzerinde oturan gelecekten ümitsiz, mutsuz insanlar yığınına dönüşür.
Bu tür toplumların ortak geçmişleri olmadığı gibi ortak gelecekleri de olamaz.
Sürekli öne çıkarılan farklılıklar birleşmeyi ve bütünleşmeyi engeller.
Farklılıkları öne çıkarıp, ayrılıkları körükleyenler, ortak noktalarda buluşup mutlu olmanın fırsatını bir türlü yakalayamazlar.
İnsanoğlu isterse bölünmek, parçalanmak ve birbirine düşmek için bir sürü sebep bulabilir.
Sebepleri kendisi oluşturduğu gibi dışarıdan birileri de oluşturup tetikleyebilir.
Toplumun içerisinden çıkan, mevki-makam, şan- şöhret, mal ve servet için her yolu mubah sayan; hırsına ve nefsine yenik düşmüş; doymak bilmeyen açgözlü insanlar, şahsi menfaatleri için toplumun menfaatlerini hiçe sayabilirler.
Emellerine ulaşmak için ırk, din, dil, bölge, mezhep gibi özellikleri kaşımaktan; bu değerleri ayrışmanın sebebi gibi gösterip kendi şahsi ikballeri uğruna kullanmaktan çekinmezler.
Gerekirse kendi toplumunu köleleştirmeye çalışan düşman güçlerle işbirliği yapmaktan kaçınmazlar.
İşte bu durum emperyalistlerin iştahını kabartır.
Zeminin ve şartların müsait olduğunu gören harici güçler bir bir devreye girerler.
Sömürecekleri coğrafyada kendi paylarına düşen dilimi büyütmek, daha fazla pay almak için güç ve imkânlarını seferber ederler.
Zayıflatılarak köleleştirilmek ve kendilerine hizmet ettirmek için hedeflerine koydukları toplumların fay hatlarıyla oynarlar.
Toplumun fay hatlarındaki hareketlilik bazen hafif bazen de çok şiddetli sarsıntılara sebep olabilir.
Sarsıntılar, insanların birikimlerini enkaza çevirir, geleceklerini karartır, hatta canlarından bile edebilir.
Bu gizli eller, toplum içerisinden kendisini efendi olarak kabul edip isteklerine boyun eğecek bir kesimi besler, büyütür ve o toplumun başına geçirirler.
Toplumun inandığı değerlerle ters düşen bu kesim, kendisine verilen görevi yerine getirmekten başka bir şey düşünemez.
O kesim, artık efendisine hizmet etmekle mükelleftir.
Aynı zamanda elde ettiği imtiyazların devam etmesi için efendisine mahkûmdur.
Efendisinin yardım ve telkinleriyle, mankurtlaştırdığı bireylerden kendisine bağlı bir ordu oluşturur.
Oluşturduğu bu ordu, zaman zaman halkın başını dipçik ve postallarla ezer, doğrulup ayağa kalkmasına müsaade etmez.
Efendisinden aldığı güç kuvvet ve destekle halkına zulmeder.
Hakimiyetini devam ettirmek için efendisinin desteğine ihtiyacı olduğunu bir an olsun aklından çıkarmaz.
Karşısına rakip çıkmasın diye toplumda öne çıkan, potansiyel liderleri ya bir şekilde kendi safına çeker, ya pasifize eder, ya da ortadan kaldırır.
Sonuçta bir yanda mutsuz, umutsuz, aynı zamanda kin ve nefret dolu bir halk, diğer yanda halkın değer yargılarına düşman, halkını kendisi için tehlike olarak gören, sürekli bu korkuyla yaşayan bir yönetim.
Ortadoğu’da meydana gelen olaylara bir de bu açıdan bakıp, yeniden değerlendirmek lazımdır.
İslam Dünyasının fay hatlarını en ince ayrıntısına kadar bilen ve istediği zaman bu fay hatları ile oynayan zalim bir güç, ajanları vasıtasıyla Müslüman coğrafyayı bölüp parçaladı.
İslam dünyasının bağrına kara bir hançer sapladı.
Dünyanın en büyük emperyalist gücünü arkasına almış zalim bir kavmi mazlumların başına bela etti.
İslam dünyasına rahat yüzü göstermedi.
Sınırlarını cetvelle çizdiği ülkeciklerin başına atadığı genel valiler ve onların izinde yürüyen işbirlikçileri sayesinde hegemonyasını günümüze kadar sürdürdü.
Halkı Müslüman olan ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarını kendi ülkesine taşıdı.
Halen taşımaya devam ediyor.
Onlar bozuk tıynetlerinin gereğini yaparken, Müslüman halklar neyle meşguller?
Doğuştan getirdikleri yani Allah’ın onlara bahşettiği hakları birbirlerinin elinden almaya çalışıyorlar.
Farklılıklarını düşmanlık sebebi sayıyorlar.
Hisleri akıllarının önüne geçmiş.
Geçmişleriyle barışık değiller.
Düşmana karşı kullanacakları güç ve enerjilerini birbirleriyle uğraşarak harcıyorlar.
Sürekli parçalanıyorlar.
Sürekli küçülüyorlar.
Sürekli zayıflıyorlar.
Eğer farklılıklarını zenginlik olarak görüp güçlerini birleştirebilseler, potansiyel güçlerinin farkına varıp bu gücü harekete geçirebilseler, yani akıllarını kullanabilseler hem diri hem de iri olacaklar.
Diri ve iri oldukları gün, emperyalist güçlerin tasmalı köpekleri, Müslümanları ısırmaya cesaret edemeyecek, hatta Müslümanların himayesi altındaki mazlumlara da dokunamayacaklar.
İşte o gün mazlumların yüzü gülecek, gözyaşları dinecek; dünyamızın uzun zamandır kaybettiği ve özlediği Adalet, yeniden gelecektir.
Dileğimiz, işaretlerini görmeye başladığımız o günlerin yakın olmasıdır.